Stefan Zweıg ve Hiçlik Üzerine
HİÇLİK……………………………………………………………
“Bize hiçbir şey yapmadılar. Bizi bir hiçliğe terk ettiler. İnsan ruhunu hiçlik kadar yok eden başka bir duygu yoktur.”
Stefan Zweıg
-Ne yapıyorsun orada?
-Hiç.
-Ne yazıyorsun yine?
-Hiç.
-Ne anlatıyorsun?
-Hiç.
-Ne konuşuyorsun?
-Hiç.
Verilebilecek binlerce hiç cevabı var aslında. Benim anlatmak istediğim bu değil. Mesela bir insana “Ne yapıyorsun orda?” dediğimizde “Hiç” diyecektir. “Hiç” derken bile biliriz ki orada bir şeyler yapıyordur. Benim anlatmak istediğim “hiçlik” başka bir hiçlik.
Ruhunun derinliklerinde depremler yaratan bir hiçlik. Zaman geçip giderken bir değirmen taşı gibi adeta bedenini un ufak eden bir hiçlik. Nereye gidersen git, kafanda aynı sorunların ruhunda aynı hiçliğin seninle beraber gelmesi. Zamanda bir yere takılı kalma. Koro filminde Pepino isimli çocuk cumartesiyi beklemektedir. Hem de her gün. Gelmeyen cumartesiyi. Çünkü anne-babası cumartesi gelecek ve onu oradan alacaktır. Anne-babasının öldüğü defalarca ona söylenmiştir ama o inatla hiçbir cumartesi kimse gelmemesine rağmen okulun kapısına gider ve bekler.
Ve insanı yoran şey beklemektir. Hayal kurarsın ve beklersin. Olmayacağını bile bile. “İnsanı en çok yoran şey hayal kurmaktır, olmayacağını bile bile.” der Cengiz Aytmatov. Hayal kurmak ve beklemek. Hiçliğin derinliklerinde yüzersin. Beklersin. Saatin her tik tak etmesinde bilirsin ki değirmen taşı gibi öğütüyorlar bedenini ve ruhunu.
“Bir gün” dersin. Cümlenin devamı gelmez. Sinir krizleri geçirmenin bir anlamı yoktur. Geçen zaman duygularını da törpülemiştir, tıpkı saçlarını beyaza döndürdüğü gibi.
“Hiç” insanın ruhunu mahveden boşluk.
Stefan Zweıg, Satranç isimli kitabında bir sahne anlatır.
“Bize hiçbir şey yapmadılar.”
Ona hiçbir şey yapmamışlardır. Onu yataktan başka hiçbir eşyanın olmadığı bembeyaz bir odaya kilitlemişlerdir. Ne işkence ne de kötü bir muamele. Yemek saatlerinde yemek gelir onu yer. Vakit nedir, sabah mıdır, akşam mıdır, gece midir, onu bilmez. Odada meşgul olacağı hiçbir şey yoktur. Tam bir hiçlik hali.
Gecenin bir saatinde uykunun tam ortasında kapı aniden açılır. Uykusundan sıçrayarak uyanır. “Haydi sorguya.” Derler. Bazen sorgu yaparlar, bazen hiçbir şey sormadan geri getirirler. Bazen günlerce farklı zaman dilimlerinde aynı soruları farklı şekillerde sorarlar. Çıldırmamak elde değildir. Günün birinde bir kamuflajın cebindeki kabarıklığı fark eder ve bunun bir kitap olduğunu anlar. Kitabı alabilmek için adeta dokuz doğurur ve sonunda kitabı alıp pantolonun arkasına saklamayı başarır.
Odaya geri döndüğünde ayak seslerinin kesilmesini bekler. Kitapla ilgili hayaller kurar. Acaba ne kitabıdır? Hikâye mi, roman mı şiir mi? Kitapla ilgili öyle güzel hayal kurar ki. Bütün sesler kesildiğinde kitabı açar ve hayal kırıklığına uğrar. Kitap bir satranç kitabıdır.
Kitap satranç kitabı olsa da kitaptır deyip kitaptaki bütün oyunları, oyun kurallarını, geçmişte büyük ustaların taktiklerini hepsini öğrenir. Ekmek kırıntılarından satranç taşları oluşturur. Bütün vaktini satranç oynayarak geçirmeye başlar. Yorganın yüzünü satranç tahtası yapmıştır ve zihninden satranç oynamaktadır. Sonunda iki kişilik oynamayı düşünür. Kendine karşı kendi. Ve sonunda çıldırır. “oynasana oyna” diyerek karşısındakinin boğazını sıkmaya çalışır. Hiçlik işte.
Tam bir hiçlik. Kendi kendimize oynuyoruz. Kendi ellerimizle kendi boğazımızı sıkıyoruz. Hiçlik tam olarak budur.
24 Aralık 2018 Pazartesi
Yorumlar
Yorum Gönder