Kore Savaşı'ndan 60 Yıl Sonrasına Uzanan Bir Türk Askerinin Hikâyesi
1950 yılında Kore’de bir savaş başlamıştı. ABD öncülüğünde bir müttefik oluşturulmuştu. Türkiye Cumhuriyeti de burada müttefiklere 5000 kişilik bir askeri güç ile destek vermişti. Hikâyemiz bu savaşta geçiyor ve 60 yıl sonrasına uzanıyor.
***
Süleyman Astsubay, Kore’ye gidecek olan Türk birliğine seçilmişti. Türkiye’de nişanlısından ayrılması çok zor oldu. Nişanlısı endişeliydi, ya gidip de geri dönmezse, diye endişe ediyordu.
Süleyman Astsubay birliği ile ve en yakın arkadaşı Ali ile birlikte Kore’ye intikal ettiler. Müttefik kuvvetlere katıldılar.
Türk birliği için bir karargâh oluşturuldu. Türk birliğine kuzey sınırlarına doğru intikal görevi verildi. Birlik, araçlarla kuzeye doğru intikal ederken saldırıya uğradı, birliğin bir kısmı ilerlemeye devam ederken, Süleyman Astsubay, arkadaşı Ali ve komutanları saldırıdan kaçmak isterken kullandıkları araç da saldırıya uğradı ve kullanılmaz hale geldi. Yaya olarak yollarına devam ettiler. Bir köye gelmişlerdi. Köyde herkes kurşuna dizilmişti, canlı bir varlık yok gibiydi. Vakit geceydi, Süleyman Astsubay bir ses duydu, bu bir iniltiydi. Ellerindeki fenerle sese doğru gitmeye başladı. Karanlığın derinliklerindeki bu iniltinin sahibi dört-beş yaşlarında bir kız çocuğuydu. O kadar çok korkmuştu ki çocuk, bir şok yaşıyordu. Annesi, babası, belki kardeşleri gözünün önünde öldürülmüştü kim bilir.
Küçük kız, Süleyman Astsubaya sıkıca sarıldı, çocuğun bir adı var mıydı, yok muydu onu bilmiyorlardı. Üç arkadaş bu küçük kıza bir isim vermek istediler. Kendi aralarında tartışmaya başladılar. Ayın ışığı etrafı aydınlatıyordu. Aydan hareketle küçük kıza “Ayla” ismini verdiler. Süleyman Astsubay, Ayla’yı sahiplenmişti. Ayla, karargâhın neşe kaynağı olmuştu.
Türk birliği, karargâhın hemen yanına Koreli çocuklar için Ankara ismini verdikleri bir okul açmışlardı. Bu çocukların aileleri savaşta ya ölmüş ya da kaybolmuşlardı. Bu okul bir nevi bir yetimhaneydi. Ayla da bu okulda eğitimine devam ediyordu. Süleyman Astsubay ve arkadaşları Ayla’ya birkaç kelime de olsa Türkçe öğretmişlerdi. Ayla’nın öğrendiği Türkçe kelimelerden biri de “baba”ydı. Ayla, bu kelimeyi hayatı boyunca unutmayacaktı. Çünkü Süleyman Astsubayı baba bilmişti. Süleyman Baba, diyordu ona. Aralarında öyle bir bağ olmuştu ki, hem Süleyman Astsubay hem de Ayla birbirlerinden ayrılmaz olmuşlardı. Bir keresinde Türk askerleri kendi aralarında konuşuyorlardı. Askerlerden biri, bu dünya Süleyman’a bile kalmadı, o da öldü demişti. Ayla bunun bir Türkçe deyim olduğunu anlamamıştı. Süleyman Babası öldü sanmıştı. Koşarak karargâha geldiğinde Süleyman Babasını görünce rahatlamıştı.
Türk Birliği Kore’de ikinci yılındaydı. Süleyman Astsubayın Kore’deki görev süresi dolmuştu. Memlekette nişanlısı onu bekliyordu. Ayla’yı da beraberinde götürmek istemişti. Önce Türk yetkililer, sonra da Koreli yetkililer buna izin vermemişlerdi. Nişanlısı bir yıl daha bekleyebilirdi öyle ya. Görev süresini bir yıl daha uzatmak için Kore’de gönüllü kaldı Süleyman Astsubay.
Savaşın üçüncü yılıydı, artık savaş bitmişti. Birliğin Türkiye’ye dönme zamanı gelmişti. Süleyman Astsubay bir kere daha çaldı Koreli yetkililerin kapısını. Yine izin alamadı. Küçük Ayla’yı bir bavula koyup ülkeye götürmeyi düşündü. Ancak yapacak bir şey yoktu. Artık veda vaktiydi. Hakikaten Süleyman Astsubay ve Ayla’nın ayrılması çok zor olmuştu. Süleyman Astsubay, Ayla’yı Ankara okuluna bırakırken, Koreli çocuklar Ankara Marşını söylüyorlardı. Süleyman Astsubay, küçük kızına:
“Ankara Marşını öğrenirsen, ben geri döneceğim.” demişti. Ayla,
“Ya geri dönmezsen Süleyman Baba?” demişti gözyaşlarıyla.
“Babalar demişti, bir söz verdi mi tutarlar. Senin için geri döneceğim.” Gözyaşlarıyla birbirlerinden ayrıldılar. Tekrar ne zaman kavuşacaklarını bilmiyorlardı.
Süleyman, yurda döndüğünde onu karşılamaya gelenler arasında nişanlısı yoktu. Görev süresini bir yıl daha uzattığını öğrenen nişanlısı gidip başka biriyle evlenmişti. Süleyman, İstanbul’a tayin istedi. Askeri yetkililer ile irtibata geçip Kore’deki küçük kızdan bahsetti. Koreli yetkililer ile irtibata geçmeye çalıştı. Koreli yetkililer bütün arama taramalara rağmen Ayla isimli küçük kızdan bir iz bulamadılar. Küçük kızına bir söz vermişti, babalar çocuklarına bir söz verdi mi yerine getirir, demişti. Süleyman, yıllar yılı küçük kızından bir iz arayıp durmuştu. Bir türlü bulamadı küçük kızını.
***
Savaştan 60 yıl sonra Seul merkezli bir televizyon bir belgesel için Türkiye’ye gelmişlerdi. Kore’de savaşan askerlerle bir röportaj yapmak istiyorlardı. Askerlerden biri Süleyman Çavuş’tan bahsetti. Televizyoncular çavuşu buldular, ondan detaylı bilgi aldılar. Fotoğraflar aldılar. Ankara Okulu ile ilgili bilgi aldılar. Ülkeye dönen Seul ekibi 60 yıl önceki arşiv kayıtlarını taramaya başladılar. Ancak kayıtlardan hiçbir ize rastlanmadı. Muhtemelen Koreli yetkililer Ayla’ya yeni bir isim vermişlerdi.
Televizyon ekibi o dönemde Ankara okuluna devam etmiş olan birkaç kişiye ulaştılar. Onlardan biri fotoğraftan Ayla’yı tanıdı ve ona başka bir isim verildiğini söyledi. Detaylı bilgi alan ekip sonunda Ayla’nın izini bulmuştu. Onu çalıştığı okulda ziyaret etti ekip. Ona Süleyman Çavuş’tan aldıkları fotoğrafı gösterdiler. Ayla, aklında kalan tek Türkçe kelime ile “baba” diyerek hıçkırmaya başladı. 60 yıldır bu anı beklemişti sanki. TV ekibi Süleyman Çavuş’a Ayla’yı bulduklarını telefonla bildirdiler. Süleyman Çavuş bir an önce Kore’ye gitmek istiyordu.
Seul Hükümeti, savaşın 60. Yılında bir tören düzenliyordu. Bu törene Türkiye’den de bir grup gazi davet edilmişti. Süleyman Çavuş da bu gazilerden biriydi. Gaziler önce Seul’deki Türk şehitliğini ziyaret etti. Süleyman Çavuş, arkadaşı Ali’nin mezarını bulup başında gözyaşı döktü.
60 yıl sonra Ayla ile Süleyman Çavuş bir parkta buluştular. Süleyman Çavuş’un yanında eşi, Ayla’nın da yanında iki çocuğu vardır. Bana öyle geliyor ki dünyanın en dramatik sahnesidir bu. Ayla, Süleyman Çavuş’a baba diye sarıldı, Süleyman Çavuş da kızına sarıldı öylece. 60 yıllık hasret birikmişti, gözyaşı birikmişti.
Seul TV ekibi bu 60 yıllık hikâyeyi belgesel haline getirdi. Hikâyeyi öğrenen bir Türk yapımcı da filmini çekti bu hikâyenin. Ayla, bu film vesilesiyle Türkiye’ye gelip babasını ziyaret etti. Yeniden hasret giderdiler.
Süleyman Çavuş, 98 yaşında aramızdan ayrıldı. Geriye de böyle dramatik, dokunaklı bir hikaye bıraktı.
Yorumlar
Yorum Gönder