Yaşamak Zamanı Ölmek Zamanı
Yaşamak Zamanı Ölmek Zamanı
(Erich Maria Remarque)
Remarque’in 1954 yılında yayımlanan Yaşamak Zamanı Ölmek Zamanı (Zeit zu leben und Zeit zu sterben) adlı romanı, genç Alman askeri Ernst Graeber’in üç haftalık izin döneminde geçer.
Alman orduları, artık Doğu Cephesi’nden geri çekilmeye başlamıştır. Çöküş başlamıştır. Ama Graeber’in önünde, tam üç haftalık ve savaştan uzak bir yaşam vardır.
Döndüğü kentinin yıkıntıları, anasıyla babasını bulma çabaları ve sonunda bu umutsuzluk denizinin ortasında kurtarıcı bir ada gibi karşısına çıkacak bir sevginin atmosferinde geçecek üç hafta. Graeber ve Elisabeth, bu süreyi bombardıman uçaklarının saldırılarından ve savaşın kentin her köşesinde boy gösteren yıkımından çalarak yaşayacaklardır. Ama ne ölçüde? Ama nereye kadar? Remarque, bu dekor içinde, iki insanın umutlarından ve umarsızlıklarından oluşma sahnede Nazi Almanyası’nın çok canlı, çok gerçekçi bir görünümünü vermiştir.
Tıpkı Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ta olduğu gibi, bu roman bitirildiği zaman da okurun belleğinde ve tasarımında kalan, devletlerin savaşı değil, insanın insana layık gördüğü acımasızlıktır.
Remarque’in klasikleşmiş olan Yaşamak Zamanı, Ölmek Zamanı, daha sonra filme de alınmıştır.
Yaşamak Zamanı Ölmek Zamanı
(Kitabı okurken altını çizdiğim yerler)
****
Bir koku vardı. Ziegler bir şeyden korkuyorlardı. Graeber, korktukları şeyin ne olabileceğini kestirememişti, ama 1933’ten bu yana korkulacak o kadar çok şey vardı ki!
***
Serpilebilmek için, umuttan daha az besin gereksinen bir şey var mıydı dünyaca?
***
Graeber, bahçeden geçerek geri döndü. İyi bir insan, diye düşündü. Acaba, toplama kampına tıktırdığı matematik öğretmeni Burmeister açısından da iyi bir insan olduğu, söylenebilir miydi Alfons’un. Belliydi ki herkes, biri için iyi bir insanken, bir başkası için bunun tam tersiydi.
***
Reuter, "İnsan üstüne elbise giyince insan kılığına mı döner? " diye sordu.
***
"Bilmiyorum. Herkes karşısındakini kendi gerçeğinin varlığına inandırmakta bu denli direnmeseydi, belki de dünya yüzünde daha az savaş olurdu diyorum. "
***
Hep eski hikâye. Terslikler bir kez başladı mı, birbirini izler.
***
"Nedense vicdan azabını hep gerçekte suçsuz olanlar çeker. "
***
Savaştaki zaman kavramı, barıştakinden çok farklıdır.
***
Birdenbire adalet ve acıma gibi duyguların ne denli büyük bir umutsuzluk uçurumuna düşmüş olduğunu anlayıverdi.
***
Adalet bakanımız da ‘Hukuk, Alman halkının yararına olandır.' demişti.
***
"Son on yılda işlenen suçlara ne derece katıldığımı öğrenmek, ne yapacağımı, yapmam gerektiğini bilmek istiyorum."dedi.
***
"Savaşı sürdürmemizin tek nedeninin, hükümetin, partinin ve tüm bunlara yol açanların biraz daha iktidarda kalıp kötülük yapabilmesine fırsat vermek olduğunu da biliyorum. "
***
"Bizler, çilekeş değiliz. Suçluluğumuz nereden başlar? " diye sordu Graeber. "Kahramanlık diye adlandırılan, ne zaman cinayete dönüşür? Onun gerekliliğine ve amacına olan inancımızı yitirince mi? Sınır nereden geçiyor? "
***
Pohlmann başını salladı. "Sormaya hakkınız var, Suçluluk! " Birden canlanmıştı. "Siz ne bilebilirsiniz ki suç hakkında? Gençtiniz ve daha olayları değerlendirmenize fırsat bırakmadan yalanlarla zehirleyiverdiler sizi. Ama bizler? Bizler onları gördük ve sesimizi çıkartmadık! Neden böyle yaptık! Yüreğimizin tembelliğinden mi? Umursamazlığımızdan mı? Yoksulluğumuzdan, bencilliğimizden ya da çaresiz kalışımızdan dolayı mı?"
***
"Yüzünün rengi kaçmıştı. Güçlükle gülümsediği belliydi. Graeber’e döndü. "Bir zamanlar başımızı göğe dua etmek için kaldırırdık. Şimdi lanet okumak için kaldırıyoruz. Sonunda bizi bu hale de getirdiler. "
***
"Ne varsa tümünü bir arada kutluyoruz, çünkü tek tek kutlamalar düzenleyecek kadar zamanımız yok. Aynı şekilde, bir ayrım yapmaya da zamanımız yok. Neyi kutladığımız önemli değil, önemli olan burada birlikte geçireceğimiz iki gün! "
***
Bazen öyle geliyor ki, bıraksalar, yaşamımıza bir yön vermeyi pekâlâ becerebileceğiz. "
***
"Henüz bize öğretilenlerin çoğuna inanmaktaydık."
***
Biraz sıcaklık, su, başını sokabileceği bir çatı, bir dilim ekmek, sessizlik ve kendine güven...
***
"Ben korkacağım kadar korktum. Yeni korkulara karnım tok artık. "
***
Hitler Alanı’ndan geçtiler. Akşam kızıllığı göz alıcıydı. Elisabeth:
"Neresi yanıyor? " diye sordu.
"Yangın değil canım, akşam kızıllığı. "
"Akşam kızıllığı mı? Artık hiç akla gelmiyor bu, değil mi? "
"Haklısın. "
***
Almanya’nın savaşı kazanacağına olan inançlarını yitiren dört kişi, ölüm cezasına çarptırılmıştı.
***
"Eşitlik ve adaletle ilgilidir. Tabii eğer bunların ne demek olduğunu biliyorsanız! "
***
Elisabeth, "Ne tuhaf! " dedi. "İnsan daha düne değin onsuz edemeyeceğini sandığı bir şeyden kolayca ayrılabiliyor. "
***
"Görüyorsun ya, zorunluluklar, bizi nasıl ahlaksız yapıyor! "
***
Pohlmann gülümsedi. "Haklısınız, ama şunu bilin ki, hiçbir zalimin iktidarı, sürekli olmamıştır. İnsanlık, ardında düz bir çizgi halinde bir gelişme süreci bırakmadı. İlerlemesi, duraklamalar, bunalımlar ve dahası zaman zaman gerilemeler kaydetti. Burnumuzun büyüklüğü yüzünden kanlı geçmişimizi artık tümüyle aştığımızı sandık. Oysa şimdi, başımızı çevirdiğimiz anda kendimizi o geçmişin pençelerine kaptıracağımızı biliyoruz. "
***
"Yalnızca barbarlar mı çocuk sahibi olacak? O zaman kim dünyayı yeniden düzeltecek? "
***
Her şey bitmiş, bedel neyse onu ödemiş oluyordun ve artık bu dünyanın çirkeflikleriyle bir ilgin kalmıyordu.
SON
Yorumlar
Yorum Gönder