2025'te Ne Okumalıyım?

1. Ece Temelkuran 
(Doğum: 22 Temmuz 1973) 

Düğümlere Üfleyen Kadınlar
Bir kadının kalbini fena kırmış bir adam... O adamı öldürmek için çölü geçmeyi göze almış dört kadın... Düğümlere Üfleyen Kadınlar bu yolculuğun romanı. Ne kadar sevilse de tamir olmayan o yaralı coğrafyada, Ortadoğu'da geçiyor. Saraylar devrilip, meydanlar dolarken sorular kalıyor geriye. Her yola en az bir soruyla çıkılır çünkü: Bir kadın ya da bir ülke nasıl sevilir sahiden? "Amira, bize kadınları nasıl seveceğimizi anlatan bir kitap lazım. Yoksa hep böyle şapşal ve kavruk kalacağız. Bize kadınların nefesini genişletecek, o nefesin rüzgârına yelken açmamızı öğretecek bir kitap lazım. Yoksa biz ne kadar sevilsek tamir olmayız."

2. Hakan Günday
29 Mayıs 1976 
Azil
Teknoloji, insanların davranışını, ahlakını, sosyoekonomik ilişkilerini, asla geri dönülmeyecek bir biçimde değiştiriyor. Söz konusu değişim, insanlığın amacından sapmasına ve doğadışı, adsız bir türün yeşermesine neden oluyor. İnsanlığın bin çabayla iki bin yılda yarattığı asgari ahlak, elli yılda televizyon tarafından çiğneniyor.Ve on yıldır da internet tarafından yutuluyor. Bireyin yalnızlığı, toplum dışına çıkmasıyla sonuçlanıyor.Toplum dışına itilen (ya da bunu kendi tercih eden) birey, kendi doğrularını yaratıp onlarla yaşamaya başlıyor. Zamanla toplum ile birey arasında genişleyen ahlak farkı, ikisinin de hastalanmasının temel nedeni oluveriyor. Hakan Günday "Azil"de içinde yaşadığımız toplumsal yapıya yönelen eleştirisini, modern insanın "hiç"leşme sorunsalını, gerçek, hayal, kâbus arasındaki geçişler ile zaman ve mekân geçişlerini, yer yer sertleşen ifadelerle öyle ustalıkla aktarıyor ki, okuyucuyu adeta tokatlıyor. Yazdıklarıyla uçları zorlayan genç yazar Hakan Günday her ne kadar yeraltı edebiyatı yapmadığını söylese de, insanı rahatsız ve tedirgin edici, hem sisteme karşı olan hem de sistemle iç içe geçen karakterlerine ustalıkla can veriyor. Günday, ana karakteri Asil'in psişik özelliğine ve dünya algısına uygun bir dili de büyük bir beceriyle kullanıyor.Roman boyunca çok sayıda felsefi tanımlama ve tespit, ana karakterin üslubuyla sıralanıyor

3. Karin KarakaşKarakaşlı 
Doğum: 1972 (53 yıl yaşında), İstanbul
Can Kırıkları
Sabır taşı olsa çatlar derler ya hani, ben o deyişi çok severim. Çatlayan bir taş… Taşın o sabit, yekpare halini gözünün önüne getir ve sonra damar damar, usul usul, için için çatladığını. Hastalık işte böyle çatladı içimde. Şimdi ben sevgilimi değil, dünyayı terk edeceğim, o ise beni terk etmiş değil, uğurlamış olacak.” Düşünceli bir ifadeyle ekledi: “Cehennem, ihtiyaç duyulmama hissidir benim için. Cennetse ihtiyaç duymama hissi. Kendi cennetime gidiyorum nihayet.” 
Karin Karakaşlı’nın edebiyat dünyasında önemli bir yer tutan Can Kırıkları, ilk baskısının üzerinden geçen on beş yıl boyunca sevilerek okundu. Yeni okuyucular bulmak, başka kalplere dokunmak üzere yolculuğuna devam ediyor
4.4. Emrah Serbes 
Doğum: 28 Ocak 1981 (43 yıl yaşında), Yalova

Her Temas İz Bırakır

Kızılay, Sakarya Caddesi, SSK İşhanı, Dil-Tarih, Atakule, öğrenci evleri... ve Emniyet... Cinayet Masası. Behzat Ç., "yeni müktesebata" uyum sağlayamamış, lambur lumbur, "dişli" bir başkomiser. Müzik dinlemez, polis telsizi dinler. Kitap okumaz, gazeteye spor sayfasından başlar. Herhangi bir siyasi görüşü yok. "İçimizden birinin" üçüncü sayfa haberlerine yansımış hali gibi, adı bile tam değil. 1. Amatör'de duran toplara iyi vuran bir stoperken, topçuluğu bırakıp başkalarını tekmelemeye başlamış. Mesela beş lira için kalbinden adam bıçaklayanları, on üç yaşında kızlara tecavüz eden, namus için en yakın akrabalarını vuranları... Kendi adalet anlayışı bakımından sorun yok; "it uğursuz" kimdir, belli gibi görünüyor... Ama acaba öyle mi? Behzat Ç.'yi ve onun adalet duygusunu da rahatsız eden işler olabiliyor bazen hayatta... At izinin it izine karıştığı bir cinayet... Kim, niye öldürsün bu kızı? Hem niye bu şekilde? Siyaset karışmış desek?.. Garip... Öğrenci âlemine, başka âlemlere, ama asıl polis âlemine dikiz atan, entrikası bereketli bir polisiye...
5.Aslı Tohumcu
1974 (51 yıl yaşında)
Taş Uykusu
İstanbul'da ya da Erzurum'da, Hatay'da ya da Muğla'da, belediye otobüslerinde balık istifi yolculuk eden insanlar. Otobüsün arkasında, en beyefendi haliyle dikilen orta yaşlı bir adam. Sıradan bir emekli. İşine giden bir kadın. Dudakları sürekli kıpırdayan bir altıncı sınıf öğrencisi. Bir şemsiye satıcısı. Eli kolu sürekli oynayan, yakası paçası dağılmış bir adam. İçlerinden biri çocuğunu öldürmüş olabilir mi? Sübyancılıkla suçlanmış… Kocasının tecavüzüne uğramış… Şoföre uzatılsın diye verilen akbilleri cebine indirmiş… Taş Uykusu, köksüzleşerek kurumaya yüz tutan edebiyatımızı, elinden tutup yeniden toprağına, kalabalıkların arasına çekiyor. Aslı Tohumcu, bir belediye otobüsünde birlikte yolculuk etmek zorunda kalan insanların zihninden geçenleri okuyarak, günümüz Türkiye'sinin şiddet yüklü yüzünü hüzünlü bir fotoğraf karesine çeviriyor. 

6.Şebnem İşigüzel
Doğum: 1973 (52 yıl yaşında), Yalova
Venüs
"İçimizde toprağın altında saklanan tohumlar gibi hisler, marifetler mevcuttur. Atalarımızdan bize sirayet eden huylar, hastalıklar, renkler ve türlü türlü şeyler gibi. Bazı şeyler kanla geçer. Bazı şeyler hisle. Kanla geçenlerden ziyade hisle geçenler mühimdir. Zira insan kanıyla canıyla değil hisleriyle vardır. Hisleriniz, hissettikleriniz ayakta tutar sizi."

Üzerine II. Abdülhamit'in gölgesi düşmüş, tedirginlikle dalgalanan İstanbul'da karşılıyor bizi Venüs. Önce doğuyla batının tam ortasında, Boğaz suları üzerindeki bir sandalda gözlerini dünyaya açan kahramanımızla tanışıyoruz. Bize 1908'de başlayan yaşamöyküsünü anlatıyor, anlatmalara oyamıyor. Doğumda ölen anne; oğlu değil de kızı oldu diye üzülen baba; aşkı, cinselliği, kendisini, erkekleri çok seven Şekina Hala. Ha bir de Nergis Kadın var ! Ailenin yedi kuşak hizmetkârı. "Bir ailede bir kişinin gördüğünü yedi göbek ötesi görürmüş," diyen kahramanlarımızın izinde, köle avcılarının kol gezdiği Mısır'dan 1589 yılının büyülü İstanbul'una ve esrarlı saray hayatına duman gibi süzülüyoruz. Tatlı, muzip ama bir o kadar da hüzünlü ve kederli kahramanımızın ağzından, bir ailenin en mahrem sırlarına, eğlencelerine, kederlerine ve hayal kırıklıklarına tanık oluyoruz. Aşk, evlilik, aile hayatı, cinnet halleri, kadınlık, annelik, arzular, insanın ta kendisi... Kahramanların kendi kafalarına göre çalıp oynadıkları, coşku dolu, müzikal bir roman bu. Kulağınızın dibinde gül lokumu kokulu, ılık bir nefes anlattıkça anlatıyor... Şebnem İşigüzel en şeker şurup, en iyimser romanını kaleme alarak okurunu yine şaşırtıyor. 
(Tanıtım Bülteninden)

7. Ahmet Büke
Doğum: 19 Haziran 1970 (54 yıl yaşında), Gördes

Alnı Mavide
"Gogsunde bir diken buyuyordu. Kokleri akcigerinin dallari arasinda karismis, kalbinin hemen yanindan boy veren kaba sapi kizila donmus diken. Tug cikarmis. Muzaffer mor uclari var topuzunun. Icindeki kafayi koruyan sert zirh, olumcul oklarla donanmis. Metal ruhlu diken buyuyordu gogsunde. Onu biraktiklari agacin dibinden dogruldu. Sirtini dayadi akasyaya. Dibinden avucladi topragi. Agir agir cignedi. Yuttukca rahatladi. Icindeki acligin atlari sakinlesti."Alni Mavide, oykuleriyle siradan insani gozlemleyen, oykuye yakisacak ayrintilari yetkinlikle aktaran Ahmet Buke'nin yirmi dort oykusunu bir araya getiriyor. Bu oykulerin kahramanlari, yasamin kendilerine dayattigi aci, karanlik yazgiyi tum varliklariyla resmediyorlar. Okuyucunun da aslinda kendi gizli sesini buldugu, bu nedenle okurken sarsildigi, huzursuzluga kapildigi onemli bir kitap, Alni Mavide.Ince Kapak: Sayfa Sayisi: 160Baski Yili: 2016e-Kitap: Sayfa Sayisi: 116Baski Yili: 2010Dili: TurkceYayinevi: Can Yayinlari

8. Murat Menteş
Doğum: Eylül 1974 (50 yıl yaşında), İstanbul
Dublörün Dilemması
Nuh Tufan, İbrahim Kurban, Rıza Silahlıpoda, Umur Samaz, Su Samaz, Habip Hobo, Ferruh Ferman, Dilara Dilemma... " ... Biz yetimler intikam iştiyakıyla doluyuzdur. Dehşeti dengelemeye yatkınızdır. Başkalarının öçlerini de almaya hevesleniriz. Yetimlik bize kanlı doğaçlamalar yapma cüreti verir. Suçlamakla ya da suç işlemekle kaybolmayan bir masumiyet imtiyazına sahibizdir. İtiraf etmeliyim ki, aziz okur, benim ömrüm, her birini gebertmek istediğim insanlarla aramdaki buzdağlarını eritmeye çalışmakla geçiyor. Mesela zenginlerden nefret ediyorum, ne yapayım, elimde değil. O restoran sürüngenleri, fiyaka kumkumaları, yapmacık kasvetin mıymıntı bekçileri, ticari bir şiveyle konuşan zehirli papağanlar, hileli bir neşe içinde geviş getiren bunak vampirler, modanın ipiyle kuyuya inen kibirli cambazlar, tatile gebe fırlamalar, alaturka bir sadizmle zıvanadan çıkanlar, alafranga bir mazoşizmle yılışıklaşanlar... Hepsine teker teker Kolombiya kravatı takmak istiyorum! [Kolombiya kravatı: Meksika mafyasının uyguladığı bir cezalandırma biçimi: Kurbanın gırtlağına bir delik açılır ve dili bu delikten sarkıtılır.] Gerçi zamanla esnekleştim. Ulaşılması ve vazgeçilmesi en zor nimetin sükunet olduğunu anladım galiba. Tamam, zenginlere merhamet duyacak kadar güçlü değilim hâlâ, fakat sayıların artışındaki boşunalığın eşiğini görebiliyorum. İbrahim Kurban'dan öğrendiğim kadarıyla, yeşil banknotlar kamuflajdan başka bir şeye yaramıyor. Aptallığı, beceriksizliği, acizliği, yalnızlığı kamufle ediyorlar... Ayrıca, yetimlik zaman aşımına uğramaz, haddizatında yetim olmayanlar da yetimliğe doğru seyreder. Yani kimsesizlik, kimsenin tekelinde değildir. Kainat ve tarihin bekleme salonunda biraz soluklanıyoruz, çoğunlukla da adımız anonslanmadan kainata ve tarihe gömülüyoruz..." 

9. Alper Canıgüz
Doğum: 1 Ocak 1969 (56 yıl yaşında), İstanbul
Oğullar ve Rencide Ruhlar
Bes yas insanin en olgun cagidir; sonra curume baslar. Ben Alper Kamu, birkac ay once bes yasina bastim. Dogum gunum yaklasirken vaktimin buyuk kismini pencerenin onunde, disardaki insanlari izleyerek geciriyordum. Hizlanarak, yavaslayarak, turlu sesler cikararak ve bir yerlere bakarak yasayip gidiyorlardi. Bir gun onlardan biri haline gelecegimi dusunmek beni hasta ediyordu. Ne yazik ki bundan kacis yoktu. Zaman acimasizdi ve ben hizla yaslaniyordum. Hayatimdaki tek iyi sey artik anaokuluna gitmek zorunda olmayisimdi. Zarardan kâr. Uzun sure annem ile babama anaokulunun bana gore bir yer olmadigini anlatmaya calismistim aslinda. Butun rasyonel dayanaklariyla. Hicbir ise yaramamisti maalesef. Illa ki uykumda kan ter icinde tepinmek, servis minubusu kapiya geldiginde kucuk capli bir sinir krizi gecirmek gibi yontemlere basvurmam gerekecekti derdimi anlamalari icin. Kepazelik. Insani kendinden utandiriyorlardi. Alper Caniguz, Tatli Ruyalar'dan bilinen surukleyici diliyle, 5 yasindaki bir cocugun icine dustugu bir hikayeyi anlatiyor. Yasinin avantajiyla her yere girip cikan, hem filozof, hem firlama bir oglan... Hikayeyi ve "karakteri" cevreleyen semt hayati ve mahalle atmosferi de, bizzat karakter kazaniyor, anlatida... Polisiye, fantastik ve mizahi edebiyatin tadlarini ustaca kaynastiran, olaganustu ozgun, cok iddiali bir kitap.
10. Sema Kaygusuz
Doğum: Ağustos 1972 (52 yıl yaşında), Samsun

Yüzünde Bir Yer
“Gözüm!”
Bir keresinde babaannen böyle diyerek okşamıştı seni, halk dilinden türeyen bu epeski sevgi sözcüğüyle. Kendi görüp göremeyeceği her şeyi bir tek sen göresin diye mi üçüncü gözü kıldı seni? Kendinden verdiği bu göz, bakışın, algının, ışığın ve tanıklığın çok ötesinde gizil bir mirassa eğer, ne zaman fotoğraf makineni bir dürbün gibi ona buna doğrultup yakın-uzak ayarı yapsan, bil ki bir mil batırıp içine akıtıyorsun onu. Devraldığın gözü imha ediyorsun. Çünkü daha bakarken değiştiriyorsun şeyleri. Çerçeveye aldığın nesne her neyse, onu dünyadan koparıp kendi betimine buluyor, hayat sabitlediğin anlardan ibaretmiş gibi, evrenin zamandan münezzeh sıfatını önce insan yüzlerinde göreceğin yerde kendi yapıtında deniyorsun. 

Hiç olmazsa bir kerecik “gözüm” diyerek sevsen beni, alnında bir yere koysan billur cismimi, bir sürü çerçeveler bulsak seninle, yağmalamadan muhafaza etsek şeyleri, itham ve iltifat etmeden sonsuzluğunu bulsak saliselerin; alelade ya da özel, kaba ya da zarif bütün nitelikleri düzlesek, baktığımız yerde göremediğimiz bir şey de olduğunu itiraf edip sussak birlikte, bu ağzı sıkılıkla hiç övünmesek, ne güzel olurdu. Yeter ki iste, sana feda olsun gözüm.


11. Mahir Ünsal Eriş
Doğum: 20 Ekim 1980 (44 yıl yaşında), Çanakkale

Olduğu Kadar Güzeldik
Meydandaki çay bahçelerinden birine oturmak geldi içimden sonra. Çünkü Erdek bir kitap olsaydı, bu çay bahçeleri ilk cümlesi olurdu onun. Gelindi mi oturulmalıydı. Bir çay, birkaç sigarayla, kıyıda kayığında ağ onaran, çapari kösteği hazırlayan balıkçıları seyretmek, bir tost isteyip, bacaklarıma sırnaşan kedilere atmak, yakın masalarda konuşulanları dinlemek, birini bekliyormuş gibi ikide bir saate bakmak iyi gelebilirdi. Gelmeliydi en azından. Yine yaz akşamları. Yaralı tekneler, küflü sesler. Erdek'te çay bahçeleri, bıkkın orkestra, tatsız garsonlar. Ezine, Susurluk, Bandırma, burası Ankara, orası Samsun! Yalandan bayılanlar, bilmezden gelinenler, kaybolan dayılar… Uykusunda ağlayan adamlar, pişmanlar, yorgunlar. Para için mırın kırın, laf dokunduran konuşmalar. Nerede bu Türkan Şoray? Mahir Ünsal Eriş, sokaktan gelen gürültüyü, bangır bangır Yıldız Tilbe dinleyen evleri resmediyor. Bi gevezeleşip bi susanları, "iyi olalım be ne olur" diyenleri, helallik isteyenleri anlatıyor. Olduğu Kadar Güzeldik, gazoza doğru çocuklaşan hikâyelerle çağlıyor, zamana dokunuyor. Eriş, hüzünlü mağlupların iyimser yazarı olmaya devam ediyor.


12. Canan Tan
Doğum: 1951 (74 yıl yaşında), Ankara

Piraye
Okudukça, dizelerin arasına dalıp kendimden geçtikçe, tehlikeli bir biçimde özdeşleşiyordum Piraye'yle.

Tiyatro sahnemde, bundan sonraki rolüm belliydi artık. Nâzım Hikmet'in Piraye'si rolünü oynamak...

Peki bana eşlik edecek oyuncu kim olacaktı?

Bunu düşünmek bile anlamsızdı; karşımda Nâzım vardı ya...

ŞİİR YÜZLÜ PİRAYE... Kendi yazdığı senaryolarda yaşıyor.

...Kim olursa olsun: evleneceğini insan, benim varlığımı yok sayarak bir başkasıyla beraberlik yaşayacak ve ben buna seyirci kalacağım ha... Yazgıymış!

İnanmıyorum yazgıya falan... Onu yaratan da, şekillendiren de bizleriz. Benim yazgını kendi çizeceğim yoldur! O yolda beraber yürümeyi kabullendiğim insanı da kimseyle paylaşamam ben...

YAZGIYA BİLE KAFA TUTACAK KADAR YÜREKLİ... Özgürlüğe âşık!

Ancak, başkaları tarafından yerinden oynatılan kilometre taşlarının, gene başkalarınca gelişigüzel dizilmesiyle önüne serilen yolda yürümeye mecbur rakılınca... İşler değişiyor.

...Hiç hayıflanma, o şiirsellikten uzak düştün diye. Gözlerini aç ve o günlerde öremediğin gerçeği gör artık...

Nâzım da o sevda yüklü dizelerini eliyle bir kenara ilip, daha sıcak bulduğu kollara koşmamış mıydı?

Haşim'in yaptığı, onunkinden çok mu farklı?

...Kendince tanrılaştırdığı, tapınmaktan gurur duyduğun putların, gerçekte birer taş parçası olduğunu ne zaman kavrayacaksın?

Ama gönlün gerilerde bir noktaya takılı kaldıysa eğer, sevinebileceğin bir gerçek duruyor orada.

İşte şimdi. Nâzım'ın kızıl saçlı Piraye'siyle tam olarak özdeşleştin.

Kutlu olsun.

Fırtına gibi bir yaşam öyküsünün başoyuncusu oluveriyor PİRAYE...



13. Nazan Bekiroğlu
Doğum: 3 Mayıs 1957 (67 yıl yaşında), Trabzon

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu'ndan Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-İstanbul hattında geçen muhteşem bir roman. 

Balkan Savaşı döneminde başlayıp I. Dünya Savaşı'na uzanan bir öykü...

Trabzon'dan ve Tebriz'den doğup birbirlerine doğru yol alan iki hayat; önce deli akan sonra durgunlaşan iki ırmak... Aslında çok ırmak... Tebriz'in en büyük, en asil halı tüccarının deli fişek oğlu Settarhan ve Trabzonlu inci tanesi Zehra... 
Ateşin bakışlı ateşin duruşlu; ırmağını kendi bildiğince alev ateş akıtmayı seçen bir genç kız Azam. Adı ne aşk ne de dostluk olan bir duyguyla Settarhan'ın ırmağına dolanan Batumlu kitapçı Sophia. Acıyla yoğrulan, yoğruldukça durulaşan, kendi varlıklarını sevdiklerinin varlığında eriten Büyükhanım ve Hacıbey...
Ve hep kendi içine doğru akan, kendi ırmağını gencecik yaşta milleti için kurutan, Trabzon'un "kırık kafiyesi" İsmail, ah İsmail...

İki büyük savaşın savurup yeniden şekillendirdiği hayatlar, muhaceret, mücadele, kader, farklı inançların aktığı ortak zemin, üç ülke ve üç sevda Nazan Bekiroğlu'nun mürekkebi aşk olan kaleminde buluştu. "Nar Ağacı" hayal kadar zengin, roman kadar güzel, tarih kadar gerçek bir hikâye… İncelikle işlenmiş karakterleri, son derece zengin detayları ve dönemi anlatmadaki maharetiyle okuyanı çarpacak ve yıllarca unutulmayacak bir kitap...


 14.  Gülseren Budayıcıoğlu
Doğum: 1947 (78 yıl yaşında), Ankara

Camdaki Kız

Camdaki Kız Bir psikiyatrist olan Gülseren Budayıcıoğlu, hastalarından deneyimlediği yaşamlara yer verdiği romanlarını okuyucu ile buluşturmaya devam ediyor. Bunlardan biri olan Camdaki Kız kitabı da hikayesiyle, sizi alıp derin düşüncelere daldıracak türden bir roman. Çocuklukta yaşanılan her bir olayın, geleceğimizde ne gibi izler bırakacağını mükemmel bir dil ile anlatan usta yazar, engin bilgi ve tecrübelerini bizler ile paylaşıyor. Siz de sevginin gücünün, hayatta hep başka kapıları aralayabileceğini düşünüyor ve kaderinizi yeni baştan yazmak istiyorsanız, baş ucu kitabı niteliğindeki bu esere mutlaka sahip olmalısınız. Lüks İçinde Bir Yaşam Kaderi Etkiler mi? Romanın ana kahramanı Nalan, çocukluğu ve genç kızlığında sefalet çekmeyen ve sonrasında da zengin bir aileye gelin olarak giden bir karakterdir. Ancak bunca bolluğun ve bereketin içerisinde yüzü hiçbir zaman gülmez. Çünkü ailesi tarafından sevgi görmemiştir. Kocası tarafından da aynı sevgisizliğe maruz kalır. Bunun üzerine çocuğunu da daha doğmadan kaybedince Nalan, iyice kendi içine kapanan ve her şeyden elini ayağını çeken bir karaktere dönüşür. Ta ki karşısına Hayri çıkana dek... Nalan, hiç kimseden görmediği sevgi, ilgi ve alakayı Hayri’den görecektir. Bu esnada kocasından da boşanmıştır. Hayri ile yedi yıl boyunca süren bir ilişki yaşayacaktır. Ancak bahtsız kaderi Nalan’ın peşini burada da bırakmaz. Peki, Nalan mutlu olabilecek midir? Dahası, insanın kaderini değiştirmek elinde midir? İşte tüm bu soruların cevaplarını Nalan, yaşadığı bunalımlar nedeniyle gittiği klinikte, doktoru ile birlikte arayacak ve geçmişi ile ilgili bilinmeyen detayların da sırları böylece aralanacaktır.

**

15. Ayfer Tunç
Doğum: 2 Mart 1964 (60 yıl yaşında), Adapazarı

Aziz Bey Hadisesi
"Güneşten ağır ağır gölgeye geçilir gibi, pek de anlamadan akşam olur gibi, ışıklı, neşeli bir yüzden kederlere geçti Aziz bey. Kederli bir mazisi oldu. Burnu havada, başı dikti hep. Başka türlü yaşamayı beceremediyse de, o gece, Haliç'in kirli sularına bakarken anladı ki hep öyle, burnu dik yaşadığını sanmış. Oysa şiddetle yanılmış. Ve yine anladı ki hayatı tümüyle bir yanılgıymış."

Daha önce Taş-Kâğıt-Makas ve Evvelotel adlı öykü kitaplarını da yayımladığımız Ayfer Tunç'u geniş okur kitlelerine tanıtan ve çağdaş Türk öykücülüğünün bir klasiği olmaya aday kitabı Aziz Bey Hadisesi'nin yeni basımını sunuyoruz. Öykünün kahramanı Aziz Bey, Tunç'un, insan olmaktan doğan zaaf ve yanılgılar nedeniyle yaralanmış, boşa geçmiş hayatlar üstüne yapılandırdığı öykü evreninin en hüzünlü, en gerçek kişisi. Bazı okurlara, meyhanelerde benzerini aratacak kadar kanlı canlı ama mahzun gelen Aziz Bey'in öyküsünü okurken, bir hikâye kişisinin varlığını çok yakınınızda hissedeceksiniz.

 16.. Elif Şafak
Doğum: 25 Ekim 1971 (53 yıl yaşında), Strazburg, Fransa



Aşk

Ya ortasindasindir ASK'in merkezinde; ya da disindasindir, hasretinde.. 
Ella Rubinntain (40) Amerikali bir ev kadinidir. Tipik burjuva degerlerinin hkim oldugu oldukça varlikli bir ailesi, düzenli ve görünüste "sorunsuz" bir evliligi vardir. Üç çocugunu da büyüttükten sonra bir yayinevinde editör-asistani olarak is bulur; görevi A. Z. Zahara adli taninmamis bir yazarin tasavvuf felsefesini konu alan tarihi romanini degerlendirmektir. 
Ancak hayatinin kritik bir döneminde eline aldigi bu kitap, hiç beklemedigi bir sekilde Ella'yi derinden sarsacak, dünyevi aski kesfetmek adina zorlu ve tehlikeli bir yolculuga çikmasina neden olacaktir. 
Hayatlarimizin durgun gölünü dalgalandiran tas misali, yüzlesmek zorunda oldugumuz sikintilar, acilar... ve askin pesinde kat etmek zorunda oldugumuz zorlu yollar, ödedigimiz bedeller... 
Ask... kitap içinde bir kitap, hayatin anlami pesinde bir ask macerasi... 
Ask... Elif Safak'tan arayisa, gerçege ve kesfetmeye dair bir roman.

16. Zülfü Livaneli
Doğum: 20 Haziran 1946 (78 yıl yaşında), 


Son Ada
"Zülfü büyük kapıdan bu romanıyla girmiştir." -Yaşar Kemal- Son Ada'nın adsız anlatıcısı, adını kendisinin koyduğu bu yeri "son sığınak, son insani köşe" olarak niteliyor. Anlattığı, nerdeyse bir ütopya: "Herkes elinden geldiği kadarını, içinden geldiği kadarını yapıyordu." Ancak bu durum uzun sürmez: Ülkenin darbeci başkanının emekliliğini huzur içinde geçirmek için adaya yerleşmesi, bu cennet adada yaşayanların huzurunu kaçıracaktır. Başkan, Son Ada'yı her tür "anarşi"den kurtarmaya kararlıdır. Adanın halinden hoşnut toplumunu "çoğunluğun oyları neyi işaret ediyorsa onu yaparak" oluşturduğu "kurul"lar eliyle yönetmeye, adanın ağaçlıklı yolunu "park ve bahçe geleneklerine göre düzenlenmiş" bir hale getirerek başlar. Görünüşte her şey demokratik geleneklere uygundur. Ütopya tam bir distopyaya dönüşürken, başta martılar, bu gidişe başkaldıranlar da vardır... "Livaneli'nin bu benzersiz yaratıcı romanında, insan yapısı otoriteyle karşı karşıya... Yazar bizi dünyamız üzerinde yeniden düşünmeye çağırıyor. Mutlaka okunmalı." -Prof. Lenore Martin, Harvard Üniversitesi- "Romanı bitirdiğinizde, bir yurdu yok eden kişilerin, küçük bir adayı da kolaylıkla yok etmesinin doğal olduğunu anlıyorsunuz." -Hasan Akarsu, Cumhuriyet- (Tanıtım Bülteninden )

17.  Orhan Pamuk
Doğum: 7 Haziran 1952 (72 yıl yaşında), İstanbul

Kara Kitap
Galip, çocukluk aşkı, arkadaşı, amcasının kızı, sevgilisi ve kayıp karısı Rüya'yı karlı bir kış günü İstanbul'da aramaya başlar. Çocukluğundan beri yazılarını hayranlıkla okuduğu yakın akrabası gazeteci Celâl'in köşe yazıları, bu arayışta ona işaretler yollayacak ve eşlik edecektir. Okuyucu, bir yanda her bacası, her sokağı, her insanı başka bir esrarlı âlemin işaretine dönüşen İstanbul'da Galip'in araştırmalarını ve karşılaştığı kişileri izlerken, bir yandan da bu araştırmaları değişik işaretler ve tuhaf hikâyelerle tamamlayan Celâl'in köşe yazılarıyla karşılaşır. Eski cellatların hikâyelerinden Boğaz'ın sularının çekileceği felaket günlerine, kılık değiştiren paşalardan kültür tarihimizde kalmış esrarlı cinayetlere, karlı gecenin aşk hikâyelerinden yüzlerimizin üzerindeki anlamın sırlarına, İstanbul'un ücra ve karanlık köşelerinden gülünç ve tuhaf kişilerine, yakın tarihimizden günlük hayatımızın unutulmuş ve şaşırtıcı ayrıntılarına kadar uzanan bu araştırma Galip'i hem kayıp karısına, hem de hayatımızın içine gömüldüğü kayıp esrar doğru çekecektir. "Zengin, yaratıcı, modern bir ulusal destan." -The Sunday Times, İngiltere- "Pamuk Kara Kitap'la, romanın bir edebi tür olarak hâlâ hayatta olduğunu, hâlâ bir potansiyeli ve geleceği olduğunu kanıtladı. Bunları yapan biri ne zamandır çıkmıyordu." 

18. Ahmet Ümit
Doğum: 1960 (65 yıl yaşında), 


Elveda Güzel Vatanım
Devletin derinlikleri, toprağın derinliklerinden daha karanlıktır. 1926 yılının o hüzünlü sonbaharı. Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, genç cumhuriyet ayaklarının üzerinde durmaya çalışıyor. O büyük altüst oluşun içinde bir adam: Şehsuvar Sami… Bir zamanların İttihat ve Terakki fedaisi, şimdilerin yorgun komitacısı. Şehsuvar Sami'nin etrafında dönen amansız bir entrika. Bir yanda kaybettiği ama hiçbir zaman yüreğinden çıkartamadığı sevgilisi Ester, öte yanda yaşanılan tarihsel bozgun… Kaybedilen bir ülke, kaybedilen bir şehir, kaybedilen bir hayat. Ve aklında hep aynı soru: Devlet mi kutsaldır, yoksa insan mı? "Ölüm, şehirlerimizi kaybetmekle başlar." Kim söylemişti bu cümleyi hatırlamıyorum, ne yazık ki doğru… Doğru, lakin eksik. Ölüm, şehirlerimizi kaybetmekle başlar, vatanımızı kaybetmekle neticelenir. Sahi nedir vatan? Bir toprak parçası mı, uçsuz bucaksız denizler, derin göller, yalçın dağlar, verimli ovalar, yemyeşil ormanlar, kalabalık şehirler, tenha köyler mi? Hayır, bütün bunların ötesinde bir anlam taşır vatan. Ne sadece toprak parçası, ne su havzaları, ne ağaç silsilesi… Annemizin şefkati, babamızın saçlarına düşen ak, ilk aşkımız, doğan çocuğumuz, dedelerimizin mezarlarıdır vatan… Vatanı olmayan insanın hayatı da olmaz. Evet, bir vakitler zihnim, kalbim bu fikirlerle doluydu. Şimdi? Şimdi bilmiyorum… (Tanıtım Bülteninden)

19.İhsan Oktay Anar
Doğum: 21 Kasım 1960 (64 yıl yaşında)

Puslu Kıtalar Atlası
Bir "ilk kitap", Türkçe edebiyatta yeni ve pırıltılı bir yazar... "Yeniçeriler kapıyı zorlarken" düşler üstüne düşüncelere dalan Uzun İhsan Efendi, kapı kırıldığında klasik ama hep yeni kalabilen sonuca ulaşmak üzeredir: "Dünya bir düştür. Evet, dünya... Ah! Evet, dünya bir masaldır." Geçmiş üzerine, dünya hali üzerine, düşler ve "puslu kıtalar" üzerine bir roman. Hulki Aktunç'un önsözüyle..


20. Sinan Akyüz
Doğum: Nisan 1972 (52 yıl yaşında), 


Piruze ve Oğulları
Bu hayatta her şeyin bir bedeli vardı. Büyük sevdaların bedeli büyük acılardı, büyük hırsların bedeli büyük kayıplardı, büyük umutların bedeli yalnızlık dolu uzun yıllardı. Ama her şeyden önemlisi masumiyetin de bedeli ağırdı, zalimliğin de… Derlermiş ki, bazı hayatlar zaman içinde bağlıdır birbirine. Çağlar içinde yankı bulan, eski bir çareyle zincirlidir ötekine. Bazı hikâyeler sadece onu anlatabilecek olanların başından geçer. Fakat pek azımız bunu yaşarken bilebilir. Yaşadığı acı gerçeklerden kurtulmak için Şamlı bir kocanın elinden Türkiye’ye kaçan Piruze için bir anda karanlığın en koyu noktasında bir ışık yükselmeye başlar, Amer!.. Oğlu Amer’i görmek, sarılmak, kokusunu içine çekmek… Sonra İmad… Daha sonra da Rami… Onca hasretle geçen hüzünlü yılların ardından Piruze için belki de hiç uyanmak istemeyeceği tatlı bir rüya başlıyordu… İncir Kuşları, Piruze/Şam’da Bir Türk Gelin, Şahika&Feraye gibi çok okunan kitapların yazarı Sinan Akyüz’ün kaleminden Piruze’nin, oğullarına kavuşma hikâyesini soluk soluğa okuyacaksınız… 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Listen to the Voice of Your Heart

How Many Dollars Do You Earn in One Hour?

The Most Beautiful Rose